

Dostoyevski'nin, Gogol’ün “Palto” hikayesine atıfla söylediği “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” sözü, Rus edebiyatının ortak bir kökenini işaret eder. Benzer şekilde, bütün işletme kültürlerinin de içinden çıktığı ortak bir "palto kültürü" olduğunu söyleyebiliriz. Her işletmenin kültürü kendine özgü olsa da bu özgünlük, tıpkı tüm insanların ortak bir atadan gelmesi gibi, köklü ve evrensel bir “ana kültürden” besleniyor. Bu kültürü kurgulayan ve mayalayan kişi, Amerikalı mühendis Frederick Winslow Taylor’dı. Örgüt kültürüyle ilgili bugün ne konuşuyorsak konuşalım, Taylor’ın adını verdiği bilimsel yönetim okulunun ya da ilk "doğum lekesi"nin etkilerini göz ardı edemeyiz.
Doğum lekesi ki şiyle birlikte doğar ve genellikle hayat boyu kalır. Taylor’ın bilimsel yönetiminin oluşturduğu kültür de modern örgütlerin DNA'sına işlemiştir. İster beğenelim ister beğenmeyelim; verimlilik, ölçüm, standardizasyon ve süreç optimizasyonu fikirleri, bugünkü yönetim pratiklerinin temelini oluşturmaktadır. Bilimsel yönetim okulu, yönetimi sistematik ve bilimsel bir disiplin olarak inşa etme girişimlerinin en etkilisiydi. Bu nedenle, ondan sonra geliştirilen her bakış açısı, ister onu reddetsin ister onun üzerine inşa etsin, bilimsel yönetimle hesaplaşmak zorunda kalmıştır.
Örgüt kültürü üzerine adını koyarak ilk çalışmaları yapanlardan Edgar Schein, kültürün "temel varsayımlar" üzerine kurulu olduğunu söylemişti. Taylor ve arkasından gelen takipçilerinin de temel birtakım varsayımları vardı. Bugün birçok işletmede geçerli olan verimlilik esaslı kültürü belirleyen temel varsayımları basitçe şöyleydi: Üretkenlik en yüce değerdir; bu değere ulaşmak için çalışanlar sürekli teşvik edilmeli ve izlenmelidir; yönetici, çalışanları bu amaçlar doğrultusunda takip eder ve teşvik için de maddi ödüller kullanır.
Taylor her işin “tek bir iyi yol”u olduğuna inanıyordu. Standardizasyon, zaman-hareket çalışmaları, uzmanlaşma ve kontrol ilkeleri, bilimsel çalışmalarla bulunacak ve dolayısıyla verimliliği getirecek o tek yolun bulunması içindi. Ortaya çıktığı andan itibaren dünya çapında ilgi gören bu yaklaşım, verimlilik, öngörülebilirlik ve ölçümün kuruluşlar içinde “tek en iyi iş yolu” haline geldiği kültürel bir zihniyet yarattı. Bugün performans metrikleri ve performansın her yönünü ölçme konusundaki modern saplantı, bir Taylor mirasından başka bir şey değildir.
Bazılarının “bunun neresi kötü?” diye soracağından eminim. Şüphesiz verimlilik ve üretkenlik olmadan hiçbir işletme ayakta kalamaz. Sıkıntı, bunları araç olarak değil de amaç olarak gördüğümüzde başlıyor. “Niye?” sorusunu göz ardı ederek yol alamayız. Üretkenlik ama ne için üretken olmalıyız? Verimlilik ama hangi amaca hizmet etmeliyiz? Değer yaratmak, işletmelerin esas varoluş gayesidir. İşletmeleri ve dolayısıyla çalışanları yalnızca çıktı üreten makinelere indirgemek, hem insan boyutunu hem de uzun vadeli ve gerçek başarıyı getiren sürdürülebilirliği göz ardı etmek anlamına gelir.
Taylor'ın mirası, getirdiği rasyonellik, verimlilik artışı, ölçülebilirlik ve süreç odaklılıkla bugün iş dünyasının olmazsa olmaz bir parçası haline gelmiştir. Ancak aynı miras; yaratıcılığı ve otonomiyi öldüren, güven yerine kontrolü koyan tarafı ile modern işyerlerindeki tükenmişlik, motivasyon eksikliği ve anlamsızlık duygusu gibi sorunların da temelidir. Nasrettin Hoca'nın samanlıkta kaybettiği iğneyi, aydınlık olduğu için avluda araması gibi, bu yaklaşım da ölçemediğini görmezden geliyor. Verimlilik, ölçeklenebilirlik ve standardizasyon gibi yanları öne çıkartırken, insani olandan uzaklaşıyor ve anlamsızlık ile yabancılaşmayı körüklüyor.
